Şükrü Aşçıbaşı
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Köşe Yazıları
  4. İSRÂ VE MİRAÇ HADİSESİ

İSRÂ VE MİRAÇ HADİSESİ

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Son dönemde İslam dininin hemen hemen bütün asılları tartışma konusu edilip akla uymadığı gibi muallak bir gerekçeyle hatta bahaneyle inkâr ediliyor veya çeşitli tevillerle asli suretinden çıkarılıp bambaşka bir şekilde lanse ediliyor. Hz. Peygamber Efendimiz ’in (sas) isrâ ve miraç mucizesi de bu muameleye tabi tutulan hususlardan birisi. Bu nedenle bu yazıda Rasulullah’ın isrâ ve miraç mucizesi hakkında konuşmak istiyorum.

Öncelikle mucize, Kâdî Abdülcebbâr tarafından “Allah tarafından yaratılan, nübüvvet iddiasında bulunan kişinin doğruluğunu göstermeyi amaçlayan ve nitelikleri bakımından insanları benzerini getirmekten âciz bırakan olağanüstü hadisedir.” (DİA mucize maddesi) şeklinde tarif edilmiştir.

Peygamberlerin şahsında olağanüstü hallerin tezahür etmesi Allahu Teâlâ’nın bu zatın nübüvvetini tasdik etmesi ve kendi adına söylediği sözleri teyit etmesi manasını taşımaktadır. Peygamberlerin mucize göstermesi onları ilahlaştırma, beşeriyet üstü bir konuma konuşlandırma anlamı taşımamaktadır. Zira mucize, peygamber olan zatın elinde vuku bulsa da Allah’ın yaratması ve takdiriyle meydana gelmektedir.

Rasul-i Ekrem’in (sas) mucize göstermediğini iddia etmek veya mucizelerini aklileştirerek basitleştirmek nübüvvet anlayışını kavrayamamak ya da gizliden gizliye inkâr etmektir. Ayrıca insanların mucizeleri anlatırken bilimsel gelişmelerden dem vurarak anlatmaları harikulade olan hadiseleri alelâdeleştirme manası taşımaktadır. Bu durum vehbî olan nübüvvet makamının sanki çalışıp çabalamayla elde edilebilecek bir konumdaymış izlenimi de uyandırmaktadır.

İsrâ; Sevgili Peygamberimizin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya yürütülmesi, miraç ise oradan göğe çıkarılmasıdır. İsrâ hadisesi Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde yer almaktadır: “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” ( 17/ 1.)

İsra ve miraç hadisesi yirmi kadar sahabiden rivayet edilen manen mütevâtir veya meşhur hadis kapsamındadır. Dolayısıyla inkârı, kişiyi en hafif tabirle ehl-i bidat yapar.

Bugün bu hadise etrafında cereyan eden tartışma İsrâ hadisesinin ruh ve bedenle mi gerçekleştiği yoksa sadece ruhla mı gerçekleştiği noktasıyla Mescid-i Aksâ denilen yerin Kudüs’teki Beyt-i Makdis mi olduğu yoksa Mekke civarında bir yer mi olduğu noktasında düğümlenmektedir.

İslam âlimlerinin kahir ekseriyeti İsrâ hadisesinin ruh ve beden birlikteliği ile gerçekleştiği noktasında hem fikirdir. Bu nokta ehl-i sünnet âlimlerinin görüş birliği içerisinde olması bir yana Kelam ekolleri olan Mutezile, Hariciler ve Şia’nın da aynı görüşte olduğu bir noktadır. Hz. Peygamber Efendimizin Mekke’den Kudüs’e olan yolculuğunu akla uymadığı veya imkânsız olduğu gerekçesiyle Mescid-i Haram’dan Kudüs’e değil de Mekke yakınlarındaki bir diğer mescide olduğu yönünde anlamak veya bu seyahatin ruh ve beden birlikteliği ile değil de rüya yoluyla gerçekleştiğini ifade etmek aslında ayetin lafzını ihmal etmek ve açık manasını te’vil etmektir.

Öncelikle gözden kaçırılmaması gereken nokta, ayette Sevgili Peygamberimizin bu yolculuğu kendi beşeri takati ile yaptığı ifade edilmiyor bilakis bu seyahati yaptıranın Yüce Rabbimiz olduğu ve Allah’ın her türlü noksanlıklardan ve eksikliklerden münezzeh olduğu ifade ediliyor. Bu yolculuğun maksadının da Allah Azze ve Celle’nin Rasulüne bir kısım ayetlerini yani delillerini ve kudretini göstermek olduğu dile getiriliyor. Dolayısıyla o günün şartlarında takriben kırk gün süren bir yolculuğun Allah’ın güç ve kudretiyle gecenin bir kısmında vuku bulması imkânsız bir şey değildir. İmkânsız olmadığı için de te’vile başvurmanın ve Hz. Peygamber’in Mescid-i Haram’dan Mekke yakınlarındaki bir yere götürüldüğünü ifade etmenin ya da rüyada bu hadisenin vuku bulduğunu dile getirmenin bir manası yoktur. Zira te’vile ancak hakiki mananın asla söz konusu olmadığı durumlarda başvurulur ve muhtemel anlamlardan birisi tercih edilir. Bu konuda böyle bir durum söz konusu olmadığı için hakiki manadan mecazi anlama rücu edilmez.

Sonraki yazımda da devam etmeyi arzu ettiğim için şimdilik konuya burada son vermek istiyorum.

İSRÂ VE MİRAÇ HADİSESİ
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir