İslam dininin genel bir kuralı, hedefin meşru olması gerektiği ise, tamamlayıcısı da vasıtaların meşru olmasının zorunluluğudur. Bugünkü yazımda toplumumuzda “hedefe giden her yol mubahtır” zihniyetinin bir tezahürünü şans oyunları üzerinden değerlendirmek istiyorum.
İslam dini çalışmaya, el emeği ve alın teri ile kazanmaya teşvik etmiş, müntesiplerinin ise zekât, kurban, fıtır sadakası gibi bazı malî ibadetlerle mükellef olduğunu bildirmiştir. Kazancın bir kısmını helal, bir kısmını ise haram kılmıştır. Rızkı veren Allah, kullarının helal yoldan rızık aramalarını emretmiş ve Allah’ın verdiği nimetlerden infak etmeyi de emretmiştir. Ancak haramla hayır olmayacağını da bize öğretmiştir.
Kazanacağımız para ile camiler, kamu menfaatine tesisler yapma niyetimiz olsa ve kesin kazanacak olduğumuzu bilsek de kumar oynayamayız, “Milli Piyango” oynayan vatandaşlarımızda sıkça bu tezadı görürüz. Yani Allah’ın yasakladığı bir şeyi yapıp, bu işin istediğimiz gibi olması durumunda hayırlı amelleri vaat etmeyi…
Allah’a verdikleri vaat yetmiyormuş gibi, şans oyunları denilen kumar türlerini oynayan kardeşlerimizin zaman zaman “Bir bana vursun, yeminle köyün camisini yenileyeceğim; fakirleri doyurup, yetimleri giydireceğim. Ama benim gibi adama çıkmaz ki zaten!” dediklerini duymuşuzdur.
İfadenin baş tarafının “Milli Piyango” çıksın diye Allah’a bir teşvik (!) “Çıkar bana Ya Rabbi görürsün bak neler yapacağım, nasıl hayırlı yollarda sarf edeceğim o milyonları” demek olduğunu düşünüyorum ve bu durumu küçük çocukların ebeveynlerini telefon ve tablet almaya ikna ederken ki klişe cümlelerine çok benzetiyorum: “Anne söz ders çalışacağım, kitap okuyacağım tabletten, oyun oynamayacağım, vallaha bak. N’olur, n’olur annee…” o teknolojik alet alınınca “eski tas, eski hamam” oyuna devam, kim bakar kitabın yüzüne?
Ayrıca bu ifadeden “Allah sanki herkesten aynı şeyi istiyor ve yapamayanı da cezalandırıyor”, “Yap da nasıl olursa olsun yap” şeklinde çarpık zihniyetin kokuşmuş düşüncesini hissediyorum. Allah, emirlerini kendi istediği şekilde; şartlarına, farzlarına, rükünlerine vb. riayet ederek, onun rızası için yapan insanlardan kabul eder. Gücü yetmeyeni, gücünün yetmediğiyle de sorumlu tutmaz.
Fıkha göre, haram paranın sahibi biliniyorsa ona iade edilmesi; bilinmiyor ya da kamu hakkı söz konusu ise, topluma yeniden döndürülmesi gerekmektedir. Fakat haram para ile hayır yapılabileceği ve sevap elde edilebileceği düşüncesi yoktur. Bu gibi durumlar için “vebalinden kurtulursan öpte başına koy.” diyorum.
İfadenin son tarafı olan “Zaten bana çıkmaz ki!” kısmı, aslında sitem dolu bir “Hadi Allah’ım, gör bir kulunu.” manası taşıdığını düşünüyorum. Yani ters psikoloji uyguluyor. Bu taktiği insanlar arasında da sıkça yaparız aslında, “Yok yok yapmazsın sen, ben biliyorum.” deyip alttan alta tahrik ederek yaptırmaya çalışırız. ‘İnsanoğlu, hayra dua eder gibi şerre dua ediyor’ yetmiyor, bu olsun diye de garip hallerin içerisine giriyor. Bir acayip hal aldık ki kendimiz bile farkında değiliz. Allah sonumuzu hayra çıkarsın.

