Adam harcamakta pek mahiriz. Toplum olarak toptancıyız; perakende değerlendirmekten haberimiz yok. Birçok alanda doğru ölçütümüz şaştığı gibi, insanları değerlendirmekte de “Yiğidi öldür hakkını teslim et.” ilkesini yitirdik.
Hepimizin sıkça kullandığı bu atasözünün içeriğinden, manasından habersiziz. Düşünmeden söylüyoruz. Ağzımızdan çıkan söz, bir anlığına da olsa kulağımızdan girip beyin hücrelerimize ulaşmıyor.
İnsanlar hakkında sıkça “Adam değil o.”, “Beş para etmez.”, “Dinsiz.”, “Ehl-i sünnete muhalif.” gibi ifadeleri bir çırpı da söylüyoruz. Değerlerimizi değersizleştirme yanlışına toplumca gark olmuş durumdayız. Mesela; Celaleddin-i Rumi’yi, Muhiddin İbn-i Arabi’yi, İbn-i Sina’yı bir kalemde silebiliyoruz.
Avrupa, biraz da bu yüzden farklı; geri kalmış, bırakılmış toplumların değerlerini toplayabiliyor ve kendi menfaatleri doğrultusunda kullanabiliyor. Başkalarının kenara attığı değerli parçaları toplayıp kendi büyük resmine dahil edebiliyor.
Yaşayan insanlar hakkında hemen linç kampanyası başlatıp bir insanı insafsızca yerin dibine sokup çıkarabiliyor, kör kuyulara atabiliyoruz.
Herkesin ilkesel anlamda kabul ettiği fakat insanları değerlendirirken, hakkında konuşurken unuttuğu doğrular var; bunlardan bazıları beşerin şaşar olması, peygamberlerden başka herkesin hata etmesi, günah işlemesidir.
Bugün yaşayan değerlerimizi de küstürüp bir köşeye atıyoruz. Aslında toptan reddettiğimiz insanı, zenginse fil dişi kulesine hapseden bazen de biz oluyoruz. Kulenin gösterişli olması toplumdan tecrit edildiği gerçeğini değiştirmiyor. Bu insanları bir şekilde Avrupa’ya kaptırıyor, ait olduğu, kendisini bugünlere getiren millete kırgın ve küskün bir hale getiriyoruz. Kendi elimizle büyüttüğümüz, vergilerimizle inşa edilen okullarda eğitim gören değerleri kendi ellerimizle başkalarına armağan ediyoruz. Yahut toplumda cereyan eden hadiselere karşı tepkisiz ve duyarsız bir hale getiriyoruz. Başkalarının yani “elin oğlunun” ürettiği bilgiyi bütünümüze entegre etme çabası bir yana; biz, kendi içimizdeki bilgi birikimi bile kullanmaktan, insanları değerlendirmekten aciziz.
Doğru, doğru olduğu için alkışlanabilmeli, tasdik edilebilmeli, takdir edilmelidir. Sevdiğimiz bir insan söyledi ya da yaptı diye “O diyorsa vardır bir bildiği.” mantığından uzaklaşmalıyız. Başkalarının piresini deve yapıp kendi dağ gibi yanlışlarımızı görmezden gelmek ya da küçük göstermeye çabalamak bizi büyütmez. Aksine, geriye götürür.
İnsanları toptan reddetmek mecburiyetinde değiliz. Kötü insan değil; kötü ve yanlış eylem ya da söylem olduğunu fark etmeliyiz. Bunun da omurgasızlık olmadığını zihinlerimize yerleştirmeliyiz.
Bir kulübü, partiyi, vakfı, derneği desteklememiz, üyesi olmamız, gönül vermemiz toplumun menfaatine, insanlığın hayrına yapılan işleri görmezden gelmemize sebep olmamalıdır. Aksine böyle bir durumda kendimize dönüp şunu sormalıyız: “Falanca insan, filanca grup bunu yaptıysa, demek ki bu iş yapılabiliyormuş. Peki, biz neden bugüne kadar yapmadık.” Muhalif ve rakiplerimizin yaptığı doğru işleri alkışlayabilmeliyiz. Hem de ellerimiz patlayıncaya kadar… Bu bizi küçültmeyecektir aksine gören gözlerde büyütecektir. Başkalarının küçüklüğü bizi büyütmeyeceği gibi başkalarının büyüklüğünü takdir etmemiz de bizi küçültmeyecektir.

