Rabbimizin kudretinin ve sanatının en mükemmel eseri olan insan, doğuştan dokunulmaz haklara sahiptir. Bu haklara olumsuz bir müdahale ise yaratanın hükmüne karşı gelmektir. Irk, dil, renk, cinsiyet farklılıkları bir üstünlük sebebi değildir. Dünyaya gelen her insan Allah’ın kuludur. Ahirette durumu en iyi olacak olanlar ise dünyada Rabbine en güzel şekilde kulluk edenlerdir. Yani doğuştan dokunulmaz haklara sahip olan insan, sorumluluklarını yerine getirdiğinde Allah’ın iyi kullarından olup cennetle sevindirilecektir.
Hz. Peygamber (sav) veda hutbesinde inananlara şöyle seslenmiştir:
“ Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap’a üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah tenliye, siyah tenlinin de kırmızı tenliye üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâda, Allah’tan korkmadadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır…”
Allah korkusu, Allah’ın emir ve yasaklarına uymada titizlik göstermeyi, O’nun verdiği nimetlerin farkında olmayı, nankör olmamayı gerektirir. Yüce yaratana lâyık bir kul olabilme gayretinin temelindeki duygu saygı, muhabbet ve içten bağlılıktır. İnsanı takvâya götüren de bu duygularla yaşamındaki samimi davranışlarıdır.
İnsanın sahip olduğu en temel hak, yaşama hakkıdır. Daha anne karnındayken sahip olunan bu hak, dünyaya gelindiğinde de varlığını sürdürür ve her insanın kendi ömrü boyunca olumsuz bir müdahaleyi asla kabul etmez. İnsanın canıyla birlikte, malı ve şerefi de dokunulmazdır. Bir cana kıymayı bütün insanları öldürmek kadar büyük bir cinayet olarak sayan dinimiz, insanların manevi şahsını öldüren gıybet ve iftiradan da inananları men etmiştir. Bir kimsenin sahip olduğu mala zarar verilmemesini emreden inancımız, günümüzde adı ne olursa olsun emeği sömüren faiz vb. uygulamaları da yasaklamıştır.
İslâm hukuku, insan olma şerefinin korunması için din, can, akıl, nesil ve malın korunmasını zorunlu görür. Dinin muhafazası inanç, ibadet ve ahlâk esaslarının öğrenilmesi ve yaşanmasıyla; canın muhafazası insan hayatına kastetmenin engellenmesi için dünyevi müeyyidelerin uygulanması ve ahiretteki cezaların ise iyi anlaşılmasıyla; aklın muhafazası aklı baştan götüren zararlı maddelerin kullanımıyla ilgili dinimizin yasağına uyulmasıyla; neslin muhafazası hem sosyal hem de dini bir müessese olan ailenin saygınlığının korunması, bireylerin aile kurmaya teşvik edilmesi, ailedeki her bireyin hak ve sorumluluklarının bilincinde olmasıyla; malın muhafazası dinimizin kazancın helâlinden olması ve helâl yerlerde değerlendirilmesine yönelik emirlerinin yerine getirilmesi ve yasaklarından kaçınılmasıyla mümkündür.
Geçmişten beri insan hakları konusunda yapılan çalışmalar ne yazık ki istenilen neticeyi vermemiştir. Dünyada yaşanılan vahşet, takvim ilerlese de insanlıkta geri kalındığını göstermektedir. Günümüzdeki savaşlarda erkek, kadın, çocuk, genç, yaşlı savunmasız insanların acımasızca katledilmesi, onurlarının çiğnenmesi, yerlerinden ve yurtlarından edilmesi hâlâ çürümemiş vicdanları rahatsız ederken, sözüm ona insan haklarına önem veren medeniyette gelişmiş devletler ise bu duruma seyirci kalmışlardır. Bu durum kendinden olmayanları “insan” olarak değerlendirmeyenlerin insan hakları konusundaki samimiyetsizliğinin bir göstergesidir. Tarih boyunca zalimin karşısında mazlumun yanında olmayı bir görev ve şeref bilen aziz milletimiz ise dün olduğu gibi bugün de yardıma muhtaç olanların yanındadır. Barış ve esenlik dini İslam’ın nurunun tüm dünyayı aydınlatması niyazıyla…