“Kazanma’ ve ‘kaybetme’ mefhumunun dünyevi manadaki tezahürlerini, birçoğumuz kendimizde ya da çevremizde tecrübe etmişizdir. Para, mal, mülk, makam mevki vb. kazandığımızda seviniriz. Doğal olarak da kaybedince üzülürüz. Kendimiz için hangisinin hayır, hangisinin şer olduğunu bilemediğimiz için bir beşer olarak refleksimiz bu şekilde olur. Cenabı Hak, ayeti kerimede, “Sizin hayır bildiklerinizde şer; şer bildiklerinizde hayır vardır. Allah bilir siz bilemezsiniz.”(Bakara;216) buyurmuştur. Rabbimiz her şeyi, her olayı, hikmeti ile varlık sahasına çıkarır. Zira kullarını yaratan, merhametiyle muamele eden, onları en iyi tanıyan O’ (cc) dur.
Kişi, haramlardan uzak durup, ibadetlerini yapar, namazını kılar, orucunu tutar, sadakasını verip vb. amellerle sevap hanesini doldurur. İyi bir kul olmaya çalışır. Ahiret sermayesi elde eder. Yüce Mevla, Kerim kitabımız Kur’an’da “İman edip salih ameller işleyenlere gelince ki biz kişiye ancak gücünün yettiğini yükleriz. İşte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.” (A’raf; 42) ayetiyle müminleri müjdeler. Dolayısıyla, her Müslümanın beklentisi de bu yöndedir.
Ancak amellerinin ahirette fayda vermeyeceği kişiler de olacaktır.
Ebu Hureyre’den (ra) nakledildiğine göre, Resulullah (sav), “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu.
Ashabı :“Bize göre müflis, parası ve malı olmayan kimsedir” dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekâtla gelir. Aynı zamanda şuna sövmüş, buna iftira etmiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüş bir halde gelir. Bunun üzerine iyiliklerinin sevabı şuna buna verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.” buyurdu (Müslim, Birr, 59). Hadis-i şeriften de anlayacağımız üzere, kişinin ahiret sermayesini kaybetmesine sebep olan şey kul hakkıdır.
Rabbimiz, kendisiyle kulları arasındaki günahları tevbe ile sonsuz mağfiretiyle affedeceğini Kuran’da birçok ayetinde beyan etmiştir. Ama kullar arasındaki günahlarda mutlaka adalet olacaktır. Ahirette kul haklarından herkes hesaba çekilecektir. Bir Müslüman düşünelim ki, hayatı boyunca kendisine farz olan ibadetleri yapmaya çalışmış. Ahiret için güzel ameller yapmış. Fakat ailesine, akrabasına ya da başka insanlara maddi ya da manevi zararı dokunmuş. Bu kişinin kıyamette, amel defterinde sevabı bulunur. Sevapları, zararı dokunduğu hak sahiplerine verilir. Haklar ödenmeden önce sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilir. Cezalandırılır. Dolayısıyla, ahiret sermayesini kaybedip iflas eder. Müflis olur.
Her ne şekilde olursa olsun; maddi manevi, gasbedilen kul haklarının dünyada iken ödenmesi gerekir. Aynı şekilde, insanlara yapılan hataların helalleşme yolu ile telafisi mümkündür. Fakat ahiretteki ödeşmede, sevap-günah alışverişi ile beraber adalet terazisi kurulur. Cenabı Hakkın adaleti tecelli eder. Zira, Kuran’ın ifadesiyle “Zerre miktarı hayır ve iyilik yapan onun mükafatını, zerre miktarı kötülük yapan da onun cezasını görür.”(Zilzal suresi,7-9)
Kazanmak ya da kaybetmek! Neye ya da kime göre? Hangi bakış açısına ya da hangi değer yargısına göre? Hayat kitabı Kur’an ve onun tefsiri niteliğindeki sünnet perspektifiyle bu kavramları tekrar okumak, iyi anlamak gerek. Yüce Mevla’nın bizi, dünyada kazanmış görünüp de ahirette kaybedenlerden eylememesi ümidiyle.
Selam ve dua ile..
Yasemin Zoroğlu
1 Yorum
- Yorumların Sıralanışı
- Yeniden Eskiye
- Eskiden Yeniye
Mevlam okuyan, anlayan
Ve amel eden kullarından eylesin hocam🤲🏼