Normal şartlarda, yirmili yaşlarda fiziki olgunluğa, otuzlu yaşlarda akli olgunluğa ulaşan bireylerin, kırk yaşından sonra da ruhi olgunluğa ulaşması beklenir.
Beden yaşlanırken, yılların getirdiği tecrübe ile kişiden beklenen; sözlerinde, nasihatlerinde bilgelik, davranışlarında da itidaldir. Ailesine ve çevresindekilere anlayışlı, kararlarında adalet üzere olması ve paylaşımcı olması, kendisinden beklenen erdemlerdir.
Aslında bu güzel hasletleri genç yaşlı demeden tüm Müslümanların taşıması gerekir.
Fakat gençlik çağlarında, o yaşların getirdiği heyecan ile hatalar yapılması daha muhtemeldir.
Zira adı üstünde o yaşlara deli-kanlılık dönemleri diyoruz.
Yakınlarımızda ya da çevremizde bir metrekare toprak hakkını almak için birbirine düşen büyüklere şahit olmuşuzdur. Mal mülk hırsı, tamahkârlık, açgözlülük, baktığımızda en çok da kırktan sonraki bireylerde görüyoruz.
Eskilerde altmış beş yaşından sonraki insanlara “Ununu sermiş eleğini asmış “denirdi. Şimdilerde kimsenin ununu serip eleğini asmaya pek niyeti yok gibi görünüyor.
Hâlbuki bir Müslümanın saçlarına beyazlar düştüğü, derisinin sarkmaya, yüzünün solmaya başladığı; eskiden rahatça yapabildiği işleri yaşlandıkça zorlandığını tecrübe ettikçe ‘ölümü’ daha çok hatırlaması gerekmez mi?
Ahireti için hazırlık yapması gereken bir kulun hala dünyalık heveslerinin olması ve hatta bunun için ahlaki kural tanımaması tam bir fecaattir.
Tam da bu minvalde Hz. Peygamber(s.a.v), hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur: ”İnsanoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, bir o kadarını daha ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Ve Allah tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.”(Müslim, Zekat, 117 )
Eskilerde her sülalede kendisine akıl danışılan, ailedeki anlaşmazlıkları gideren, yaşını başını almış büyükler olurdu. Şimdilerde de muhakkak her yörede o büyüklerden kalmıştır. Bununla beraber gözlemlerime dayanarak; günümüzdeki bazı büyüklerin aile arasında anlaşmazlıklara hatta fitneye sebep olduğunu da söylemek mümkün.
Yetişkin olup da, evlenip çoluk çocuğa karışmış bir bireyin, daha kendi anne babasından ayrışamamış, kendi kararlarını veremeyip inisiyatif kullanamayan; hatta yaşına uygun olmayan “ ergen” tavırlar sergileyerek eşini ve ailesini yıpratarak yuvaların dağıldığına şahit oluyoruz.
Ataerkil bir toplum olduğumuzdan mütevellit belki de; “senin annen benim annem” kavgalarının yaşandığı ailelerde, “biz” olmayı beceremeyen karı-kocalar yüzünden arada çocukların heba olduğunu da görüyoruz.
Hal böyleyken, gençlerin halinden yakındığımız şu dönemlerde, yetişkinler olarak onlara iyi örnek olamadığımız aşikâr. Nitekim armut dibine düşer.
Kur’an-ı Kerimde, birçok ayeti kerimede bir kulun olgunluk döneminde, nasıl olması ve olmaması gerektiği vurgulanmıştır. Ahkaf Suresindeki ayeti kerimede o yaşlara ayrı bir hitap vardır.
“Nihayet çocuk olgunluğuna ulaşıp kırk yaşına girince şöyle yakarır: Rabbim! Bana ve anne babama lütfettiğin nimete şükretmeye, razı olacağın işleri yapmaya beni muvaffak kıl. Benden gelecek nesli hayırlı kıl. Dönüp kapına başvurdum ve ben şüphesiz sana boyun eğenlerdenim”(Ahkaf, 15)
Rabbim bu duanın tezahürlerini yaşamayı hepimize nasip etsin.
Selam ve dua ile..
Yasemin Gemeç