Şükrü Aşçıbaşı

REKLAMLAR

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Sosyal platformlarda video izlerken bazen onların altındaki ironi yüklü ve sitem dolu, kara mizah tarzındaki yorumlar ilgimi çekiyor. Hatta bu yorumları okumaktan içten içe haz duyuyorum. Bunların başında da “Bir reklam izlemeye geldik zırt pırt araya video giriyor ne bu böyle!”, “Ağız tadıyla bir reklam bile izletmiyorsun admin!” tarzındaki yorumlar yüzümde buruk bir tebessüm oluşturuyor. Kapitalist sistemin ürün pazarlama ağının kırılmaz belkemiğini oluşturan reklamlardan kurtulabilmeniz için “premium üyelik” adı altında bir ödeme yapmanız lazım ama bu da reklamlardan kurtulmanız için yeterli olmuyor. Zira sizi reklamlardan kurtaracağını vaad eden bu ifadenin premium üye yapıncaya kadar size tozpembe bir hayal pazarladığını satın aldıktan sonra ise pek bir şey elde edemediğinizi müşahede ediyorsunuz.

Kapitalist sistem öyle yaman bir şey ki para biriktirmek için bile kumbara almanız gerektiği düşüncesini zihninizin bütün hücrelerine nakşediyor. Tabir-i diğerle para biriktirmeniz için önce kapitalist sisteme bir harç yatırmanız lazım olduğunu dikte ediyor. Tabi ki biriktirmeyi hayal ettiğiniz meblağ ne kadar büyükse o kadar da büyük bir harcama yapmanız ve sistemin çarklarına yağ sürmeniz gerekiyor. Para harcamadan para biriktirmek nasıl ki bu sistemde mümkün olmayan bir hale geliyorsa reklamsız video izlemekte aynı şekilde kabil olmuyor. Premium üye olsanız da videoların başındaki ücretli tanıtım adı altındaki reklamlara, içeriğe yerleştirilmiş hatta çoğu zaman içeriğe yer bırakmayan ürün yerleştirmelere maruz kalmaktan kurtulamıyorsunuz. Hele ki izlediğiniz video futbol maçı ise ekranın alt tarafından çıkan reklam neredeyse futbolcuyu görmenize engel oluyor. Böylesi markajı hiçbir savunma oyuncusu uygulayamıyor pes doğrusu dedirtiyor insana. İzlediğiniz program ya da dizi ise durmadan ürünün markasını gözünüze sokmaları yok mu? Hele kameranın yakın çekim yapması… Birde sanki sahneye ara vermiş gibi oyuncuların ürünü alıp dizi formatında ürün tanıtmaları… İnsanı çıldırtacak raddeye getiriyor. Yeteerrrrr dedirtiyor insana.

Reklamın iyisi kötüsü olur mu mevzusu üzerine de bir çift kelam etmeden geçmeyi eksiklik sayarım. Reklamın kötüsüne pek çok kere maruz kalıyoruz; tanıttığı ürünün kendisine hediye edildiği, reklam filminde oynadığı için o ürünü kullanan fenomenlerin reklamları bana Kemal Sunal’ın filmini hatırlatıyor hani sahnede buzdolabı tanıtırken kapağı elinde kalıyor ya tam da o sahneyi kastediyorum işte. Reklamın iyisi ise kullanıcıların firma kendilerine beş kuruş para vermeden sohbet arasında eşe dosta tavsiye kabilinden “geçenlerde bir ürün aldım vallahi yok böyle bir şey bugüne kadar biz ürün kullanmamışız” diye ballandıra ballandıra anlattıkları ürünler var ya bu malların böyle reklamları tam anlamıyla on numara beş yıldız türünden.

Aslında reklamlar sadece ürün tanıtmıyor hatta aslında ürün tanıtmıyor size bir dünya görüşünü pazarlıyor, enjekte ediyor. İnsanın ömrünü kısır bir döngüye hapsediyor… “Hayal kur, biriktir, harca… Hayal kur, biriktir, harca…” Sonra bu döngü şu şekilde sapmaya uğruyor, raydan çıkıyor; “Harca, hayal kur, öde…” Gel öde ödeyebilirsen! Sistem sürekliliğini sağlayabilmesini tamamen satmaya, durmadan satmaya endekslediği için biz müşterilerine düşünme fırsatı vermiyor. Otomatik hale getiriyor. İradesizleştiriyor öyle ki her şeye üşenen bizi gecenin bir vakti yalın ayak yola revan edip bir çikolatanın peşine düşürüyor. Krize sokuyor… Eski babalar olsa “Yat zıbar gecenin bu saatinde ne çikolatası!” derdi amaa gelin görün ki sistem onları da ya kendine benzetti ya da ay sonunu getirme hesapları yapma derdinden yerin altına soktu. Herkesin her şeye sahip olması gerektiği düşüncesini alt mesaj olarak taşıyan reklamlar, üst mesaj olarak da her ürünü sanki onsuz yaşayamayacakmışız, ihtiyaç listemizin en tepesindeki bir ürünü pazarlıyorlarmış izlenimi uyandırıyor. Tabii ki bu arada ayağını yorganına göre uzat şeklinde prensip haline gelmiş atasözü buharlaşıyor ve kendimizi bir alışveriş çılgınlığının tam ortasında buluyoruz. Tanıtılan ürünlere sahip olduğumuzda mutlu, elde edemediğimizde ise mutsuzluğa kapılıp enseyi karartıyoruz. Hayatımızın bütün gayesi maddi şeylerin sahibi olma anlayışı üzerine kurulu hale geldiğinde ise asıl yorgunluk başlıyor. Durup dinlenmeden işten, ek işe oradan mesaiye 7/24 çalışma temposu içerisine girip kendimizi heder ediyor ve zihni bunalımlara giriyoruz. “Malda yalan, mülkte yalan var biraz sende oyalan.” hakikatini ıskalıyoruz ve Allah muhafaza bu bunalım girdabının içinden çıkamadığımızda bu dünya hayatında doğumumuzla başlayan yaşam serüveni filmine son veriyoruz. Bir anlamda hoş olmayan bir ahiret hayatı yaşamaya talip oluyoruz.

Her şey para değil, para dediğin ne ki elimin kiri diyen insandan kapitalist sistemin pek çok ayartıcısı sebebiyle maddeyi ve geçici dünya hayatının nimetlerini ebedi hakikat ve asıl gaye haline getiriyoruz. Çok yorulduk, durup üstümüzü örten gökyüzünü seyretmenin, yerde biten bir çiçeğin güzelliğini fark etmenin vakti ne zaman gelecek? Yeşilçam’ın ünlü jönünün unutulmaz bir repliği ile yazıma son vermek istiyorum: “Ben bu oyunu bozarım!” demedikçe küresel ekonominin çarkları sizi de beni de öğütecek.

Alaplı İlçe Vaizi Şükrü AŞCIBAŞI

REKLAMLAR
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir